1955 yılında San Francisco’da dünyaya gelen Steve Jobs, çocuk yaşta biyolojik ailesi tarafından evlatlık olarak verilmişti. Bu durum onun kişiliğinde derin izler bıraktı. Onu büyüten ebeveynleri, özellikle babası Paul Jobs, ona küçük yaşlarda elektronikle tanışma fırsatı sundu. Babası, arabaları tamir ederken Steve de yanında olur, her parçayı incelemeye çalışırdı. Babasının Steve’e “Ne yaparsan yap, en iyisini yap” demesi, onun hayat mottosu haline geldi.
Steve, okula başladığında çok parlak bir öğrenci olmasına rağmen, geleneksel eğitim sistemine ayak uydurmakta zorlanıyordu. Dikkatinin kolay dağılması ve derslerde sürekli sıkılması, öğretmenlerinin de dikkatini çekmişti. Fakat Steve’in hayal gücü genişti; yaratıcılık ve estetik konularında kendini ifade etmek istiyordu. Lisedeyken, çok geçmeden teknolojiye olan ilgisini geliştirecek fırsatlar buldu. Lisede tanıştığı Steve Wozniak ile elektronik dünyasında kaybolurken, onunla birlikte bilgisayar devreleri tasarlıyor ve teknolojiyi nasıl değiştirebileceklerini hayal ediyorlardı.
Kendini geliştirmek için daha fazla bilgiye ihtiyaç duyduğunu hisseden Jobs, Reed College’a kaydoldu. Fakat burada da istediğini bulamadı ve kısa sürede üniversiteyi bıraktı. Ancak okulu bıraktıktan sonra, kampüste kalmaya devam etti ve kaligrafi derslerine katıldı. Bu dersler onun estetik anlayışını ve tasarım vizyonunu derinleştirdi. Jobs, yıllar sonra bu deneyimlerinin Macintosh bilgisayarındaki fontlara ve Apple’ın sade, şık tasarımlarına ilham verdiğini söyleyecekti.
20’li yaşlarının başında Steve Jobs, kendini bulma arayışında Hindistan’a gitti. Doğu felsefelerine ve Zen Budizm’e olan ilgisi, ona derin bir içsel huzur ve disiplin sağladı. Bu deneyimler, onun Apple’ı kurduğunda karar verme süreçlerinde de etkili oldu. Jobs, dünyayı değiştirebileceğine dair büyük bir inanca sahipti. Dış dünyaya karşı agresif, kararlı ve güçlü bir duruş sergiliyor, hayallerine ulaşmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Fakat onun bu tavrı, Apple’da çalışan insanlar için zorlayıcı olabiliyordu; bazen kendisini inanılmaz bir lider, bazen de zorlayıcı bir patron olarak gösteriyordu.
Steve Jobs’ın bu agresif ve kararlı tavrı, onun insanları ikna edebilme ve bir projeye tutkuyla bağlanmalarını sağlama yeteneğiyle birleşince Apple’ın doğuşuna önayak oldu. Steve için Apple sadece bir şirket değil, kendi kimliğinin bir yansımasıydı. İleride hayatını kaybetmesine sebep olacak pankreas kanserine yakalandığında bile Jobs, Apple’ın yarattığı etkiyi daha da ileri taşımak için çalışmayı bırakmadı.